Trump sonrası ABD’yi nasıl bir Asya bekliyor?

0
362

Trump sonrası dönemde yeni bir Asya-Pasifik gerçekliğiyle yüzleşecek olan Biden yönetiminin gerek Asya’ya gerekse Çin’e yönelik politikaları, dönemin şartları, müttefiklik anlayışı, ekonomik ve finansal sistemin durumuyla doğru orantılı olacak

2020 yılı küresel çapta yeni tip koronavirüs (Kovid-19) ve sebep olduğu ekonomik ve ticari etkilerin bölge ayırt etmeksizin yaşandığı bir sene olarak tarihteki yerini aldı. Uluslararası ticaretin halihazırda çeşitli nedenlerle tedarik zinciri sapmalarına sahne olduğu bir dönemde pandeminin tahrip edici etkileri mal ve hizmet akışını önemli ölçüde dönüştürmekte. Asya ise bölgesel olarak pandeminin yıkıcı etkilerine maruz kalmakla beraber güncel birtakım araştırmalara göre pandemiyi kontrol altına alma, gerekli önlemleri hayata geçirme ve ekonomik etkinliğe geçiş aşamalarında göreli üstünlüğe sahip durumda. [1]

Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan küresel ticaret sisteminin belirleyici unsurlarından olan “Washington Konsensüsü’nün” özellikle gelişmekte olan ülkeler tarafından sorgulamaya tabi tutulması bu dönemin karakteristik özelliklerinden biri kabul edilebilir. Bu bağlamda Asya, farklı parametrelerle ölçüldüğünde global ekonomik ağırlık merkezinde sarkaç noktası olma beklentileriyle göze çarpıyor. [2] Yine aynı Asya bir yandan gelenekselleşmiş müttefiklik ağları kısıtları dahilinde alan belirleyerek; diğer yandan da kendine özgü bölgeselleşme çabalarıyla dinamiklerini harekete geçiriyor.

Bu perspektifte, Asya’nın lokomotif ülkelerinden Çin’in yükselen ekonomisini normatif olarak “Pekin Konsensüsü” ile soyutlaştırma girişimi; yapısal olarak Washington Konsensüsü’ne alternatif sayılabildiği gibi ABD-Çin ticaret savaşlarında “ihtilafa” dahil olmayan ülkeler için B Planı oluşturma çabalarında tetikleyici bir rol oynayabilir. Son dönem ekonomik bölgeselleşme girişimlerinden Asya Kapsamlı Bölgesel Ekonomik Ortaklık (RCEP) anlaşması bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde “Korumacılığa Karşı Korumacılık” mottosunun anlaşmanın taraflarından Güneydoğu Asya Ülkeler Birliği (ASEAN) örgütlenmesinin resmî açıklamasında bulunması, söz konusu ülkelerin mevcut ticari sistemin (tek taraflılık, korumacılık unsurları, ticaret savaşlarının yıkıcı etkileri vb.) yan etkilerine karşı önlem alması olarak yorumlanabilir.

Ancak Asya ülkelerinin bölgeselleşme hamlelerini salt ABD-Çin rekabetiyle eşleştirilen bir kavrayışın ötesinde Asya’yı kendi dinamikleriyle de tanımlamak bölgeyi geniş bakış açısıyla yorumlama olanağı sağlayacaktır. Bu doğrultuda RCEP anlaşması aynı zamanda Asya’nın karmaşık müttefiklik ağları ile ekonomik karşılıklı bağımlılık ögeleri gibi hususları tematik olarak barındırdığından bu anlamda da örnek teşkil edebilir.

RCEP ve Asya’nın bölgeselleşme unsurları

RCEP, ASEAN ve grubun altı serbest ticaret ortağı ülkesinin mevcut ticaret anlaşmalarını konsolide etmek amacıyla oluşturduğu ekonomik örgütlenmedir. Hindistan’ın 4 Kasım 2019 tarihinde müzakerelerden çekilmesiyle Çin, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda’dan oluşan ASEAN+5 ülkeleri, tam 46 müzakere turundan sonra 15 Kasım 2020’de anlaşmayı imzaladı. Anlaşmanın yürürlüğe girmesi en az altı ASEAN üyesi ve diğer üç ülkenin anlaşmayı iç hukuklarına uyarlaması koşuluna bağlı.

Kapsadığı nüfus itibarıyla dünyanın yüzde 30’una denk gelen ve gayrisafi yıllık hasıla (GSYH) bakımından 26,2 trilyon dolarlık rakamla küresel ekonominin üçte birini teşkil eden üyeleriyle anlaşma dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması (STA) kabul ediliyor. Niceliksel verilerin ötesinde ülkelerin Kovid-19’la mücadele ettiği ve küresel ekonomide daralmanın yaşandığı hatta beliren ekonomik tabloların 1930’daki krizle ölçüldüğü bir dönemde anlaşmanın sonuçlandırılması hayli önem arz ediyor. Mevcut konjonktüre Çin-ABD ticaret savaşının neden olduğu küresel tedarik zincirindeki kaymaların Asya ülkeleri üzerindeki etkisi de eklendiğinde anlaşmanın niceliksel ve niteliksel özellikleri birbirini tamamlıyor.

2012 yılında çıkış noktası itibarıyla ticaret standartlarının uyumlulaştırılmasını hedefleyen anlaşma nihai haliyle üyeler arasında ticari engelleri kaldırmayı, tarifeleri yüzde 96 oranında bertaraf etmeyi ve menşe uygulamasıyla maliyeti azaltmayı vaat ediyor. Bununla birlikte anlaşmaya taraf ülkelerin 2030 yılında ulusal getirilerine 186 milyar dolar kazanç sağlayacağı ve GSYH’lerini yüzde 0,2 artıracağı hesaplanmakta. Bu çerçevede Çin’in gelirini yaklaşık 85 milyar dolar, Japonya’nın 48 milyar dolar ve Güney Kore’nin 23 milyar dolar artıracağı hesaplanıyor. [3]

Hindistan, 4 Kasım 2019 tarihinde Çin’le ticaret açığının artacağı hatta ikili serbest ticaret anlaşması bulunan ASEAN, Japonya ve Güney Kore ile de artan ticaret açığı gerekçesiyle RCEP müzakerelerinden çekildi. Nitekim görüşmelerde Hindistan anlaşmaya hizmetlerin dahil olmasını, tarife indirimlerinin Çin’e karşı yüzde 65-80 ve ASEAN’a karşı yüzde 86 civarında seyretmesini talep etmişti.

Anlaşmada göze çarpan bir diğer nokta da içerik itibarıyla e-ticaret, dijital ticaret, çevre ve çalışma standartları gibi konuların kapsam dışında tutulması. Böylelikle doğrudan bölgesel ticaretin artırılması gibi somut bir amaç güdüldüğü iddia edilebilir. Buna ilaveten RCEP, ekonomik bağımlılığın dengelenmesi, Asya içinde ticaretin artırılması ve pazar erişiminin genişletilmesi gibi hedeflerle ABD-Çin arasındaki ticaret savaşının olumsuz etkilerini Asya ülkeleri açısından bertaraf edebilme potansiyeline sahip görünüyor.

Küresel arenada RCEP’nin muhteviyatı, ölçeği ve anlaşmadaki paydaş ülkeler kadar anlaşmanın Washington Konsensüsü’ne doğrudan bir meydan okuma olup olmadığı tartışılıyor. Daha açık bir ifadeyle, anlaşmanın Çin liderliğinde geliştirildiği ve bu sebeple Obama yönetiminin mirası olan Trans-Pasifik Ortaklığı’nın (TPP) Trump Amerikası’nın çekilmesinden sonraki versiyonu olan Kapsamlı ve İlerlemeli Trans-Pasifik Ortaklığı’na (CPTPP) rakip olduğuna dair ciddi bir görüş söz konusu. Bu noktada kabaca yapılacak bir kıyaslama iki anlaşmanın ana gövdesini oluşturan hususları açığa çıkaracaktır.

Otuz başlıktan oluşan CPTPP’nin içeriğine bakıldığında belli standartların öne çıktığı görülüyor. Buna mukabil 20 başlıklı RCEP’te tarifelerin azaltılması, pazar erişimi gibi ekonomik kazanımlara ağırlık verildiği görülüyor. CPTPP ve RCEP anlaşmalarının nitelik bakımından kıyası yapıldığında; dünya ticaretindeki paylarının sırasıyla yüzde 14,7 ve yüzde 27,3 iken, küresel doğrudan yabancı yatırımın yüzde 15,6’sı CPTPP’nin kapsamında ve RCEP’te bu oranın yüzde 16,4 olduğu öne sürülebilir. Nüfus yoğunluğunda ise RCEP’in kapsamının 29,6’lık oranıyla yüzde 6,5’lik CPTPP’ye nazaran daha geniş bir alana hitap ettiği söylenebilir. [4]

Her iki anlaşmaya dair ayrıştırıcı detayı anlaşmaların hedefe yönelik farklılıkları oluşturuyor. Nitekim RCEP’te “Belirli bir norm belirtmeden veya normlara dokunmadan” norm koyucu bir anlayış geliştirerek ticari kısıtlamaların azaltılması hedefleniyor. CPTPP’te ise bu amaçla birlikte standardizasyon da ön planda tutulmakta. Ancak her ne kadar RCEP, ASEAN ülkeleri ve diğer paydaşlarla müzakere edilmiş olsa da Çin’in anlaşmayı hızlıca müzakere etme çabalarıyla ülkenin uluslararası ilişkiler düsturlarından olan “içişlerine karışmama” prensibinin gereği olan “normlara dokunmama” yönü paralellik gösteriyor. RCEP’in pandemi arka planında, birbirine türlü alanlarda rakip ülkeleri bir araya getirerek müzakere masasında müspet sonuçlara eriştirmesi, bir anlamda “standartlara” dokunulmamasıyla ilişkilendirilebilir. Bu da anlaşmaya stratejik bir boyut ekliyor.

Asya’nın bölgeselleşme dinamiklerini ve karmaşık ilişki ağını Çin-ABD rekabeti ekseninden ayrıştırarak okumak bölgeyle ilgili farklı bir tabloyu ortaya çıkarıyor. Söz gelimi Çin ve Japonya özellikle 2000’lerde yoğunlaşan deniz yetki alanlarıyla ilgili anlaşmazlıklarına ve ekonomik/jeopolitik rekabete rağmen Asya’nın bölgeselleşme motiflerine kendi ekonomik metotlarıyla lokomotif olarak katkıda bulunuyor. Bölgedeki ülkelerin ticaretinin yüzde 60’ı ve yatırım oranının yüzde 59’u bölge içi gerçekleşiyor. [5]

Benzer şekilde Çin-ASEAN arasındaki karşılıklı ticaret 2008 senesinden 2018’e geldiğinde 577,4 milyar dolarla yüzde 250 artış kaydetti. [6] Burada dikkat çeken unsur, söz konusu ASEAN ülkeleriyle Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki ihtilaflarının ticari ilişkileri gölgelememiş olmasıdır.

Son dönemde sıcak çatışmaların da yaşandığı gerilimlerle tırmanan Çin-Hindistan ilişkilerine de aynı perspektiften bakıldığında, Hindistan’ın Çin’in liderliğinde oluşturulan Asya Altyapı Yatırım Bankası ve Yeni Kalkınma Bankasında kurucu üye olarak yer almasıyla RCEP anlaşmasında taraf olan Çin ve Avustralya arasındaki ticari/siyasi ihtilafların anlaşmaya mâni olmaması paralel açıdan değerlendirilebilir. Bu bağlamda Çin, Japonya ve Güney Kore’nin, üç ülkenin de birbiriyle rakip olduğu alanların fazlalığına rağmen RCEP anlaşmasında yer alması Asya’nın bölgeselleşme dinamiklerini yansıtması bakımından önem arz ediyor.

Yeni ABD’ye yeni Asya mı?

Joe Biden dönemine ilişkin yapılan değerlendirmeler ağırlıklı olarak Biden yönetiminin Asya’ya ve özelde Çin’e yönelik politikalarının projeksiyonu üzerine kurulmakta. ABD’nin Asya’nın güvenlik ve ekonomi ağındaki konumu ve öncelikleri doğrultusunda ABD başkanlarının kullandığı yöntemler kıyaslamalı olarak incelenmekte. Özellikle Çin konusunda Biden ve Trump arasında, daha doğrusu Demokratlar ve Cumhuriyetçilerle “bipartizan (çift taraflı) bir desteğin” olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim Kasım 2019’da gerçekleştirilen ABD ara seçimlerinde de görüldüğü üzere sağlıktan, ekonomik yönetişime, sosyal haklardan göçe kadar türlü noktalardaki ayrışma özellikle Çin konusuna gelince homojenlik gösteriyor.

Biden’ın Obama döneminin inisiyatifi olan Asya Pivotunun mimarlarından ve destekçilerinden olduğu göz önünde bulundurulursa özelde Çin’e yönelik ve daha genel manada Asya’yı kapsayan muhtemel stratejisi tahmin edilebilir. Ancak değerlendirmeleri yaparken, Biden’ın Obama dönemiyle paralel politikaların mevcut konjonktürde (ABD-Çin ticaret savaşları, pandemi, daralan küresel ekonomi, dönüşen tedarik zincirleri vb.) sürdürebilme olanağı da hesaba katılmalı.

Biden’ın seçim argümanlarına bakıldığında, “Tamamıyla Amerika Yapımı” sloganıyla korumacılık enstrümanlarına başvuracağı ya da bunlara bir müddet devam edeceği söylenebilir. Böylelikle her ne kadar Trump’ın ABD’nin işsizlik ve ticaret açığı sorunlarına “ulusal güvenlik” nosyonunu da ekleyerek Çin’e sistematik bir biçimde ithalat tarifesi uygulamasını yöntem olarak doğru bulmasa da tarifeleri bir anda ortadan kaldırmasının zor olacağı tahmin edilebilir. Biden’ın Obama döneminde deneyimlediği Asya’da çok taraflılık ilkesiyle platformlar oluşturmak ve müttefiklik ilişkilerini derinleştirme politikalarını, “müttefiklerle koordineli bir şekilde Çin hükümetini baskılama, uluslararası normları modernleştirme ve tedarik zinciri güvenliğini sağlama” yoluyla gerçekleştireceği varsayılabilir. Burada Trump yönetiminden kavrayış olarak değil, ancak tek taraflı/ikili anlayıştan çok taraflı diplomatik yolla farklılaştığı öne sürülebilir.

Biden’ın başkan seçilmesiyle Asya’yla ilgili akıllara gelen ilk olasılık TPP’ye tekrar ABD’yi dahil etmesidir. Ancak Demokratların da anlaşmanın dijital ticaret, ihtilaf mekanizması ve iklim değişikliğiyle ilgili kısımlarına itirazları bilindiğinden Biden’ın belli şartların revize edilerek ABD’nin menfaatine göre biçimlendirilmesine çalışacağı öngörülebilir.

RCEP anlaşması küresel olarak Kovid-19’la mücadelenin sürdüğü, ABD’de başkanlık seçimlerinin yaşandığı bir zaman diliminde ve Avrupa Birliği’nin ABD’nin korumacı politikalarının sebep olduğu yan etkilerden kendini muhafaza etmeye çalıştığı bir dönemde imzalandı. Dolayısıyla anlaşma aslında ticaret anlaşması olmanın yanı sıra sembolik bir değer de taşıyor. Böyle bir tabloya ekonomik ağırlık merkezinde giderek yükselen bir Asya ve hatta 2030’lara kadar 15 RCEP devletinin küresel gayrisafi hasıladaki paylarını yüzde 50 artıracağı da eklendiğinde Asya’nın ilerlemekte olduğu rota öne çıkıyor.

ABD’nin 46. başkanı olacak Biden’ın gerek Asya’ya gerek Çin’e yönelik politikaları, dönemin şartları, müttefiklik anlayışı, ekonomik ve finansal sistemin durumuyla doğru orantılı olacaktır. Böylelikle Biden yönetiminin Obama döneminin Asya Pivotunu da bu çerçevede yeniden tanımlamayı, Asya’nın dönüşen dinamiklerine adapte olmayı ve, her ne kadar müttefiklik ilişkisi olan ülkeler dahil olsa da, Asya’da Batı’nın inisiyatifi dışında oluşumların gidişatını takip etmeyi ve Asya’yı ABD-Çin dışında bir bakış açısı ekseniyle de irdelemeyi tercih edeceği öne sürülebilir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz