Yeni tip koronavirüs pandemisiyle mücadelede aşı konusu uluslararası işbirliğine zemin hazırlamak yerine küresel jeopolitik fay hatlarını bütün açıklığıyla ortaya koyan bir rekabet aracına dönüştü.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının başlangıç noktası olan Çin’de salgının kontrol altına alınmasından sonra uluslararası toplum, pandeminin uluslararası ilişkiler üzerindeki muhtemel etkilerini tartışıyor. Salgının çok kısa bir süre içinde Çin sınırlarının dışına taşıp Batılı ülkelere ulaşmasıyla pandeminin mevcut sistemleri hızla değiştireceği ve küresel sistem üzerinde kalıcı bir etki bırakacağı yönündeki endişeler de gün yüzüne çıktı.
Zengin ülkelerin aşıları istiflercesine büyük miktarlarda aşı satın alması dünyada aşıya en çok ihtiyaç duyan yoksul ülkelerin zararına işleyen bir mekanizma geliştirdi.
Öncelikle bu süreçte “güçlü devlet” düşüncesi ön plana çıktı. Kovid-19 salgını öncesi uluslararası sistemde önde gelen güçlü oyunculardan bazıları, pandemiyle başa çıkamadıkları için kendilerini zor durumda buldular ve olumsuz anlamda dünya lideri oldular. Pandemi, her şeyden önce, devletin gücünü ölçen mevcut araçların, devletin fiili gücünü belirlemede yetersiz kaldığını göstermiş oldu. Pandeminin oluşturduğu tehdit ulusal güvenlik doktrinleri kapsamına dahil edildikçe, pandemilere karşı mücadelede devlete, merkezî ve eşsiz bir yapı olarak daha fazla ihtiyaç duyulmaya başlandı. Sağlık hizmetleri, güvenlik ve refah sağlayıcısı olarak ulus devletler, küresel ve ulusal tüm salgınlarda tek başına ve en ön safta yer aldı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Avrupa Birliği (AB) gibi uluslar-üstü kurumların bu dönemde yetersiz kalmasıyla birlikte kendi kendine yeterlilik fikri ile başının çaresine bakmaya çalışan ulus devletler ve güçlü devletler olgusu pandemide belirginleşti. Jeopolitik karmaşıklık ve belirsizlik arttı. Devlet gücü kavramında, realist yaklaşımın temelini oluşturan askeri güç, ekonomik güç ve demografik yapılara ilaveten sağlık sistemleri ve salgınla mücadelede elde edilen başarı da önemli bir belirleyici oldu. Öyle ki birçok liderin siyasi geleceği ülkelerinde Kovid-19’un yayılmasını durdurma yeteneğine bağlı hale geldi.
Dünya bir belirsizlik, ekonomik durgunluk ve muhtemel bir bunalım dönemine doğru evrilirken, birlik ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiş durumda.
Aşıda büyük güç rekabeti
Dünya genelinde 13 Şubat 2021 tarihindeki veriler itibariyle 109 milyon kişi halen enfekte vaziyette. Bugüne kadar 2 milyon 380 bin kişinin hayatını kaybettiği yeni tip koronavirüs pandemisiyle mücadelede aşı ön plana çıktı ve aşı konusu uluslararası işbirliğine zemin hazırlamak yerine küresel jeopolitik fay hatlarını bütün açıklığıyla ortaya koyan bir rekabet aracına dönüştü. Çin, daha Kovid-19 aşı yarışından önce dünyanın en büyük ekonomileri arasındaydı. Halen yüzde ikinin üzerindeki pozitif büyüme oranıyla Çin büyümeye devam ederken, ABD ve Avrupa ekonomileri salgın nedeniyle küçüldü. Asya’da, ABD Çin’i dengelemek için Hindistan’la stratejik ortaklığını derinleştirmekte olup, Çin’in yükselişini kontrol altına almak amacıyla bölgedeki diğer müttefikleriyle birlikte çalışmakta. Kovid-19’un ortaya çıkışı ve akabinde birbirini suçlama oyunu, ABD ve Çin’i bu tehditle savaşmak için her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan işbirliğinden uzaklaştırarak, büyük güç rekabetini artırdı. Dünya güçleri ekonomik açıdan zenginleşme kaynağı haline gelen aşı geliştirmede birlikte çalışmak yerine rekabet etmeye başladılar. Aşı üretimi ve dağıtımını sağlayan zengin ülkeler aşı tedarikinde adeta tekel kurdular. Rusya ve Çin gibi bölgesel aktörler ise uluslararası çıkarları bağlamında aşıyı etkili bir araç olarak kullandılar. Halen İngiltere AstraZeneca, ABD Moderna, ABD-Almanya Pfizer/BioNTech, Çin Sinovac ve Sinopharm ve Rus Gamelaya Enstitüsü tarafından üretilen Sputnik V aşısı dünyada yaygın olarak kullanılıyor. Bu aşılar İngiltere, ABD, Almanya, Çin ve Rusya’nın şimdilik rekabet oyununun kazananları olmasını sağladı. Avrupa’daki aşı fabrikaları taleple baş etmekte bir hayli zorlanıyorlar. Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel, yeni tip koronavirüse karşı geliştirdiği aşının AB ülkelerine tedarikinde ciddi miktarda kesinti yapacağını açıklayan AstraZeneca gibi ilaç firmalarına karşı yasal yollara başvurma seçeneğini gündeme getirdi. Avrupa Birliği aşı taleplerini karşılayamayan ülkelere ihracatı sınırlama-yasaklama tehdidinde bulundu.
Çin, Devlet Başkanı Şi Cinping, 18 Mayıs’ta Dünya Sağlık Meclisi’ne yaptığı konuşmada, Çin tarafından geliştirilen aşının “küresel kamu malı” olacağını açıkladı ve sekiz ay sonra da bunu gerçekleştirdi. Çin halihazırda Brezilya, Endonezya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Türkiye, Peru ve Şili’ye aşı sağlıyor. ABD ve İngiltere, aşı geliştirmeye yatırım yapabilen ve sipariş listesinde öne geçebilen ülkeler olarak şu anda sağlam bir aşı stokuna sahip. Ancak küresel bir aşı süper gücü olmak, Çin’in kendi nüfusunu aşılama bakımından da önde olduğu anlamına gelmiyor. Economist İstihbarat Birimi’nin (Economist Intelligence Unit) araştırması, dünyada aşı üretiminde ön sıralardaki iki ülke olan Çin ve Hindistan’ın, kendi nüfuslarını 2022 yılı sonuna kadar yeterli düzeyde aşılayamayabileceğini gösteriyor. Almanya aşı üretiminde öne çıkan bir ülke olmasına rağmen kendi ülkesinde diğer Avrupa Birliği (AB) ülkeleri gibi aşı tedarik sorunu yaşıyor. Kanada da aşı stoku bakımından ABD ve İngiltere’nin biraz gerisinde yer alıyor.
Bu aşılara dair en güncel rakamlarla şunları ifade edebiliriz: Moderna 2 doz ve Pfizer/BioNTech 2 doz aşılarını kullanan ABD’de aşılama ilk olarak 14 Aralık 2020 tarihinde başladı ve şimdiye uygulanan toplam doz 50 milyon 640 bin; (Sinopharm firmasının ürettiği) Sinovac 2 doz aşısını kullanan Çin’de aşılama ilk olarak 15 Aralık 2020 tarihinde başladı ve şimdiye kadar uygulanan toplam doz 40 milyon 520 bin; Sputnik V 2 doz aşısını kullanan Rusya’da aşılama ilk olarak 5 Aralık 2020 tarihinde başladı ve şimdiye kadar uygulanan toplam doz 3 milyon 900 bin; Moderna 2 doz, Oxford/AstraZeneca 2 doz ve Pfizer/BioNTech 2 doz aşılarının kullanıldığı Almanya’da aşılama ilk olarak 26 Aralık 2020 tarihinde başladı ve şimdiye kadar uygulanan toplam doz 3 milyon 970 bin; Moderna 2 doz, Oxford/AstraZeneca 2 doz ve Pfizer/BioNTech 2 doz aşılarının uygulandığı İtalya’da aşılama ilk olarak 27 Aralık 2020 tarihinde başladı ve şimdiye kadar uygulanan toplam doz 2 milyon 960 bin ve (Sinovac firmasının ürettiği) CoronaVac 2 doz aşısını kullanan Türkiye’de aşılama ilk olarak 14 Ocak 2021 tarihinde başladı ve şimdiye kadar uygulanan toplam doz 3 milyon 710 bin (Kaynak: Our World in Data, gov.uk paneli; son güncelleme 13 Şubat 2021).
Aşı istiflemenin yıkıcı sonuçları
Düşük gelir grubundaki ülkelerin çoğunda aşılama henüz başlamadı. The Economist grubunun tahlil ve araştırmalar yoluyla tahmin ve tavsiyeler geliştiren birimi Economist İstihbarat Birimi’nden (EIU) Agathe Demarais, bu konuda en kapsamlı çalışmalardan birini gerçekleştirdi. Dünya ülkelerinin aşılamaya eşit erişime sahip olmalarını hedefleyen Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) düşük gelirli ülkelere aşının adil ve eşit dağıtılması için COVAX adlı bir mekanizma oluşturdu. DSÖ, aşı ittifakı GAVI ve Salgın Hastalıklara Karşı Hazırlık Merkezi’nin (CEPI) öncülüğünde başlatılan COVAX girişimi dünyadaki her ülkeye ucuz aşı sağlanmasını hedefliyor. Bu kapsamda COVAX, dünyanın orta ve düşük gelirli ülkelerinde yaşayan milyarlarca kişinin koronavirüse karşı aşılanabilmesi konusundaki küresel çabaların merkezindeki oluşum olarak ortaya çıktı. Ancak aşı bağışı yapacak olan ülkelerde yaşanan sorunlar, planı sekteye uğratmış durumda. Zengin ülkelerin aşıları istiflercesine büyük miktarlarda aşı satın alması dünyada aşıya en çok ihtiyaç duyan diğer yoksul ülkelerin zararına işleyen bir mekanizma geliştirdi.
COVAX 2021 yılının sonuna kadar çoğu Afrika, Asya ve Latin Amerika’da bulunan orta ve düşük gelirli 91 ülkeye, en az 2 milyar doz aşı ulaştırarak, hastalık karşısında en korunmasız insanların yüzde 20’sinin aşılanmasını sağlamayı hedeflemesine rağmen Reuters muhabirlerinin ulaştığı iç yazışmalara göre COVAX çalışanları, fon eksikliği, arz belirsizlikleri ve karmaşık sözleşmelerin yol açtığı bürokratik tıkanıklıklar gibi nedenlerle bu hedeflere ulaşmanın imkânsız olduğunu ifade ediyorlar. İstisnai durumlara emsal olarak Hindistan’ın Kovid aşısında istenilen başarıyı sağlamasında kişisel girişimcilerin büyük rolü olduğuna işaret edebiliriz. Sözgelimi Hintli iş adamı Adar Poonawalla’nın sahibi olduğu Serum Enstitüsü, önce Hindistan daha sonra COVAX projesi üzerinden Afrika’ya da aşı sağlamak hedefinde. 2021 Ocak ayında bu aşılardan Oxford Üniversitesi ve AstraZeneca şirketi tarafından geliştirilen aşının ilk üretim hakkı Hindistan hükümetine verildi ve Poonawalla’nın fabrikaları Hindistan hükümeti için üretim yapan iki şirketten biri olarak, şu anda günde 2,4 milyon doz Oxford-AstraZeneca aşısı üretiyor. Poonawalla, Hindistan hükümetinin yanı sıra ürettiği aşıları Brezilya, Fas, Bangladeş ve Güney Afrika’ya da gönderiyor. Poonawalla, DSÖ’den ön onay alır almaz COVAX’a AstraZeneca aşısından 200 milyon doz vereceğini vaat etti.
Economist İstihbarat Birimi’nden Demarais de, COVAX’ın ne kadar başarılı olabileceği konusunda temkinli olduklarını ve ülkelerin yüzde 20-27’si aşılansa bile bu oranın salgının ilerlemesini köklü bir şekilde durdurmayacak bir oran olduğunu açıkladı. Economist İstihbarat Birimi’nin tahminlerine göre bazı ülkeler 2023 yılının sonuna kadar bile aşı kampanyalarını tamamlayamayacak. Özellikle virüsün, dünyanın herhangi bir yerinde yayılmasını sürdürdükçe, yeni aşıya dayanıklı mutasyonlara uğrama ve bütün dünyaya yeniden yayılma tehlikesinin devam etmesi de söz konusu.
“Eşitsizlik virüsü”
Özetle dünyayı Kovid-19’a karşı aşılamak bir ölüm-kalım meselesi haline geldi. Görünen o ki üretim arttıkça ve ihtiyaç azaldıkça aşının fiyatı düşecek ama zengin ülkelerden yoksullara ulaşması kolay olmayacak ve dünya genelinde aşı en son yoksul ülkelere ulaşacak. Olumlu bir bakış açısıyla aşı üretiminin büyük bir hızla devam ettiğini biliyoruz, ancak dünyanın 7,7 milyarlık nüfusunun aşılanmasının kolay olmayacağı gerçeğini de unutmamamız lazım.
Aşı üretimine yakın olan tekellerin borsadaki değeri ise son aylarda hızla arttı. Büyük bir pazar oluştu. Önümüzde duran, karmaşık bilimsel süreçler, çokuluslu şirketler, devletlerin birbiriyle çelişen ve çatışan hedefleri, bürokratik ve yasal engel ve faktörlerle örülmüş bir süreç ve bu nedenle de dünyada aşılamanın hangi hızla ve nasıl ilerleyeceğini tahmin etmek kolay değil. Bu süreçte küresel işbirliğinin mi yoksa ulus devletlerin mi öne çıkacağı sorusu da akla geliyor. GAVI Aşı İttifakı CEO’su Seth Berkley’in, “Rekabet ne kadar çok olursa bilimsel mücadele de o kadar başarılı olur” sözleri buna bir cevap olabilir. Zira BM’ye bağlı DSÖ ve Gates Vakfı üyeleri arasında bulunan GAVI Aşı İttifakının, koronavirüs aşısı geliştirmeye yönelik uluslararası rekabeti olumlu olarak değerlendirmesi Kovid-19 pandemisinin en göze çarpan ve aynı zamanda ilk kurbanının küresel ekonomi olduğu gerçeğini de gözler önüne seriyor. Londra merkezli uluslararası insani yardım örgütü Oxfam’ın 79 ülkeden 300 iktisatçının görüşüne başvurarak hazırladığı ve yayınladığı “Eşitsizlik Virüsü” (The Inequality Virus) başlığını taşıyan raporuna göre koronavirüs pandemisi dünya çapındaki ekonomik eşitsizliği iyice büyüttü. Raporda, “Gezegen üzerindeki en zengin 1000 kişi Kovid-19 nedeniyle yaşadıkları kayıpları sadece 9 ay içerisinde telafi edebilirken, dünyanın en yoksullarının ekonomik olarak toparlanması on yıldan fazla sürebilir,” denildi. Ekonomik eşitsizliğin tüm ülkelerde eş zamanlı olarak şiddetlendiği belirtilen raporda bunun 100 yıl sonra ilk kez gerçekleştiğine dikkat çekildi. Rapor Davos Dünya Ekonomik Forumu’nun açılışında kamuoyuyla paylaşıldı.
Oxfam’ın raporuna göre dünyadaki milyarderlerin toplam serveti Mart 2020 ile Aralık 2020 arasında 3 trilyon 900 milyar dolarlık artışla 11 trilyon 950 milyar dolara yükseldi. Rapora göre dünyanın en zengin 2 bin 153 kişisinin elinde bulunan servet, 4,6 milyar kişinin toplam servetinden fazla. Jeff Bezos, Bernard Arnault, Bill Gates, Mark Zuckerberg gibi isimlerin bulunduğu dünyanın en zengin 10 kişisinin serveti aynı dönemde net olarak 540 milyar dolar arttı. Raporda bu toplamın tüm dünya nüfusunun aşılanmasına ve hiç kimsenin pandemi nedeniyle yoksulluğa düşmemesi için yeterli olduğu belirtildi. Rapora göre dünya 90 yıldır gördüğü en büyük istihdam krizini yaşıyor. 100 milyonlarca insanın gelirini ya da işini kaybettiği belirtiliyor. Bu durumdan etkilenen kesimlerin başında da kadınlar geliyor. Pandeminin olumsuz etkilediği önde gelen ekonomik faaliyet alanları arasında restoran, pastane, kafe vb. mekânlarıyla yiyecek sektörü ile büro yönetimi geliyor. İngiltere’de yapılan araştırmalara göre Kovid-19 hastalığından ölüm oranlarının düşük gelirli bölgelerde varlıklı kesimlerin yaşadığı bölgelerin iki katı olduğu belirtiliyor. Fransa, İspanya ve Hindistan’da yapılan çalışmalardan da benzer sonuçlar elde edildi. Oxfam’ın raporunda ayrıca bazı ülkelerde etnik azınlıklar arasında da ölüm oranlarının belirgin bir biçimde daha yüksek olduğu ifade edildi. Oxfam İcra Direktörü Gabriela Bucher raporla ilgili olarak, “Kayıt tutulmaya başlanmasından bu yana eşitsizlikteki en büyük artışa tanık oluyoruz,” dedi. Bucher’in, “Hileli ekonomiler pandemiyi lüks içinde atlatan zengin bir elite varlık akıtırken pandeminin ön cephesinde yer alan tezgahtarlar, sağlık çalışanları ve market satıcıları faturalarını ödemeye çalışıyor,” demesi de durumun vahametini gözler önüne seriyor.
Sonuç olarak salgın; ülkeleri, devletleri, liderleri, ekonomileri, kurumları, ittifakları, kısaca yaşadığımız alandaki her şeyi değişmeye zorluyor. Dünya salgından sonra artık bildiğimiz o eski dünya olmayacak; çok daha farklı yeni bir yönetim modeli, farklı bir küresel sistem ve farklı bir dünya liderliği gelişecek. Salgının sağlık boyutundan başka siyasi, ekonomik, askeri ve psikolojik boyutları da var. Salgının dünya ekonomisi üzerinde de kalıcı etkisi olacak. Dünya genelinde şirketler, pazarlar ve siyaset kısa vadeli kâr menfaatleri ortak yarara baskın gelecek şekilde oluştukları için istihdamın güvence altına alınması, ücretler ve insan hakları maalesef yetersiz kalmakta. Pandemi savunma bütçeleri üzerinde de çok önemli ekonomik sonuçlar doğuracak.
Dünyanın 21. yüzyıl başındaki küreselleşme sistemine geri dönmesi artık çok düşük bir ihtimal. Küreselleşme, dünya ekonomisindeki diğer gelişmelerin yanı sıra iletişim teknolojisindeki ilerlemenin bir sonucu olarak gelişti. Pandemi sonrası eğitim de dahil olmak üzere birçok sektörde dijital bir platforma geçildi. “Neo-liberalizmin sonu geldi” demek için henüz erken olmakla birlikte reelpolitikte Batı demokrasileri mücadelede becerisizlik içinde bocalarken ve kaybederken Çin salgınla mücadelede kullandığı kendi yeni yöntemleri ile dünya liderliğine soyunduğundan artık yeni dünyanın küresel normlarının belirleyicisi konumuna geldi diyebiliriz. Dünya bir belirsizlik, ekonomik durgunluk ve muhtemel bir bunalım dönemine doğru evrilirken, birlik ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiş durumda. Bu süreçte büyük güçlerin liderlerine de önemli sorumluluklar düşüyor. Churchill’in dediği gibi belki biz de “Bu son değil, hatta sonun başlangıcı bile değil, belki de başlangıcın sonudur” aşamasındayız.
[Prof. Dr. Giray Saynur Derman Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesidir]